9 Eylül 2010 Perşembe

marl's back

                                                          copyright

^^
yaklaşık 15 günlük çılgın İstanbul maceramdan sonra havaalanından doğruca baba evine gelmek üzerimde tam olarak "kültür şokuna" sebep oldu. Bir süre önce sahilde cıbılak dolanan gürültücü genç turistlerin yerini amca ve teyzelerin almış olmasının ve havanın bazen Eylül'ün moduna uygun gitmesinin de sanırım bu şok üzerinde etkisi var. bazı geceler " açılın ben de binicem metrobüse!" diyerek uyanıyorum.

^^ normalde en sevmediğim kelimelerden biridir " çılgın" ve eğer insanlar gibi tanımlanabilir olsaydı kendisini "kot paçalarını botunun içine sokan bir dişi" ya da "jöleli dimdik saçlı ergen" olarak tanımlardım. ancak söz konusu İstanbul olunca, o bitmek bilmeyen koşturmaca, telaş, deli yorgunluk gelip bendeki "çılgın" anlamının içine yerleşti.

^^ Bir insanın İstanbullu olmasına rağmen her gidişinde ortalıkta Japonlar gibi dolaşması, yolları ulaşımı hatta gördüklerini hafızasından anında silip atması olacak iş değil. bu yüzden bu sefer gözlerimi kocaman açarak, her şeyin farkına vararak yaşamaya çalıştım ve sevgili rehberimi sinir krizlerinden kurtardım. bazen tek başıma dolaştım, kıtadan kıtaya geçtim, pazara markete gittim, sürekli koşturan insanları izledim, ahaha hatta o kadar ki iş bulup "acaba burada çalışmak nasıl olurdu" sorusuna yanıt aradım, sanki hemen taşınıyormuşum gibi ev baktım. o tırt evlere istenen kiralar karşısında şaşırıp kaldım ve evet neredeyse İzmir'deki evi kapatıp buraya taşınıyordum ki bir gün yağmur ve yağmurlu hava trafiği "kendinde misin sen birader?" ayarını sağlam verdi. belki de yeni bir hayat için fazla aceleciydim ve kendime çaktırmasam da frene basmamı sağlayacak bir şeylere ihtiyacım vardı ve böylece bir kaç bahanede kendimi İzmir uçağında buldum. belki bir süre sonra başka bahanelerle yeniden İstanbul uçağında olurum.

^^ milletin pastanede fırında roman yazarken, benim mutfaktan gelen kokular yüzünden yerimde duramayıp, fırına bakıp bakıp anneme "pişti mi pişti mi " diye sormam yüzünden yazım da p.ç oluyor farkındayım ama inanın elimde değil. (koşar adım mutfak) 

^^ bu seneki look-booklardan anladığım kadarıyla bu kış saçlar kahve ve tonları ile coşacak, hiçbir şekilde kızıla yüz verilmeyecek. eh ama arkadaşım insan bu modayı gönlüm kızıldan geçmeden yapardı? böylece geçen sonbahardaki gibi her kafa " üniversiteyi yeni kazanmış kız" gibi kırmızı olmazdı. benim içim sıkılmış kızıldan, sarılara doğru kaymışım pii..bu arada geçen nisan ayında bir çıldırmayla 5 saat kadar sarışın olmuş, o halimden ufacık bir kareyi basına (facebook) sızdırmış ve şu güne kadar almadığım "like"ı almıştım. yine de sarışın olmak epey popo isteyen bir şey, yurdumuzdaki esmersarışın örneklerini es geçersek bence yüzün ciddi güzel olması lazım. bende sadece bir çift kermit style renkli göz var o yüzden bilemiyorum.

^^ olay günü canlı yayınla twitterdan da bildirdiğim gibi, pazar sabahı sağ elimin orta parmağının ucunu ciddi şekilde yardıktan sonra, bu parmağımın daha önce asla farkına varamadığım ne denli büyük bir önemi olduğu gördüm. orta parmağı hiçbir yere değdirmeden (ee acıyor deli gibi) sağ elin sadece baş ve işaret parmaklarını kullanarak yatak toplamak, bulaşık makinası boşaltmak, giyinmek, yıkanmak,mouse sağ click yapmak, epilasyon makinasını kullanmak, cımbız tutmak, yazı yazmak nasıl bir işkenceymiş! bu sebeple bunların hepsine destek vererek günlük hayatı kolaylaştıran minnoşumu öpüp seviyor, kremlere buluyorum ki hemen iyileşsin.

^^ yok olmayacak böyle. beni merak eden olursa fırın başında nöbet tutmaya gidiyorum sebastian, herkese benim yerime iyi bayramlar dileyip çikolata ikram edersin. 

kisses.

ps: yazarken dinledi.