24 Kasım 2010 Çarşamba

say it's gonna be fine

sebastian, şarkının linkini ver abilere,ablalara hadi çoçuğum.  evet, afferim.

elinde margarita, parmak uçlarında dansetmeye çalışıp sağa sola yalpalarken karşındakine kocaman gülümsediğin o anda fonda çalan bir şarkı gibi? hah ben de onu diyorum işte.
neyse, siz şarkıyı dinleyin ben de içime sızan İclal'den kurtulayım.

                                                       görselle de destekleyelim tam olsun

afiyet.

soğuktan şala sarınınca, romantik film kadınları tribine giren marlene.

17 Kasım 2010 Çarşamba

we might have roses in november


                                                            
^^ bayramı sadece zeytinyağlı sarma, bol çikolata ve tatlı götürerek yapanlara selam olsun. diğerlerine bişey yok.

^^ bazı anlarda gelen derimi sökercesine kaşıma isteğini saymazsak dövme gaziliği gayet iyi gidiyor.arada bir yıkayarak yıldızlara kurtulmaya çalıştıkları derilerde yardımcı oluyorum. üstüne de bepanthene sürünce bi keyifleniyorlar ki uff. yine de kremleme anlarında gözgöze geldiğimizde hala bişeylerin eksik olduğunu düşünüp hüzünleniyorum. insanlar ilk dövmelerine sevgiyle bağlanıp, lego misali üst üste koyarak diğer dövmelerine koşarken, ben sanki hep bu dövmeyle takıntılı şekilde "nasıl daha iyi olabilirdi" diyerek uğraşacağım gibi geliyor bazen. kafamda her ne varsa ona ulaşıncaya kadar durmayacağımı bilecek kadar beni iyi tanıyan mukan'ın bu konudaki yorumu ise: "lazerle temizletip sıfırdan yaptıralım!" ahaha mühendislerin bizden farklı işleyen şu zihinlerine bayılıyorum. (tamam düzeltiyorum, tabiki de hepsi için geçerli değil bu)

^^ Susan: I need happy, I need romantic, I need love, and I need it from you. Kelvin: You need Jesus!". Boktan kelimesinin iltifat kaldığı Valentine's Day filminden geriye kalan sadece bu replik oldu, gerisi çöp. her daim limitsiz izleyebileceğim Ashton Kutcher dahi kurtaramadı filmi. asıl hikaye geçenlerde bir kitabımın arasından bu filmin de dahil olduğu 5 filmin yazıldığı listemsi bir not çıkması ve yazının tanıdığım birine ait olmaması. bazen böyle saçma sapan şeylere takılırım. bakalım nasılmış diyerek filmi indirdim ve bitirebilmek için koltukta resmen debelenip durdum arada uyudum bile. ama anlaşılan birisi sadece " izlenmemesi gereken en boktan filmler" listesi yapmış hepsi bu ahaha. sağdan soldan çıkan notları eski bir alışkanlıktan kalma hisle çok seviyorum. evin çeşitli yerlerinde neyle silersem sileyim gitmeden duran bazı yazıları da bu sebeple rahat bıraktım artık. çünkü anılar, eğer gülümsetiyorsa- o kadar da kaka şeyler değil.

^^ çatı katındaki dairemden bazen bahsediyorum twitter'da, anı diyince depreştim yine, o evimde bir dönem (hani şu 4 evden 3ünde bulunan) plastik ikea gece lambasının beyaz yüzünden sıkılıp üstünü bir çeşit notluk gibi kullanmaya başlamıştım. bazen sadece benim anladığım ufak notlarla başlayan bu epey romantik eylem, gelenlerin " aaa neymişş ya dur ben de bişey yazayım" demesiyle tam anlamıyla piç oldu. içinde gizli gizli Tuna Kiremitçi besleyen ne çok arkadaşım varmış da hepsi bu ikea lambasını bekliyormuş meğersem. "bu ev bu kadar tuna'yı kaldıramaz" diye çemkirdiğim votkası yoğun bir akşam sonrasında sıçarım romantikliğine de lambasına da diyerek hepsini kolonya ile temizledim. postmodernist bir dokunuşla lambanın kafasına renkli bir örtü de dolayınca yemin ederim hepimiz rahatladık. ahaha bu da böyle bi anımdır işte.

^^ şu videoyu bi süre saklamıştım ama artık hevesimi aldığım için paylaşabilirim, lakin depresif moodda uzun süre dinlemek insanı mala bağlıyor uyarırım. sebastian yolu gösterebilirsin.

enjoy.



13 Kasım 2010 Cumartesi

aslında pelikanları severim


Maria Mena - Just hold me HD
  
l
lakin bu sözleri-müziği harika şarkıda, duygusallığın dibine vurup insanın birilerini düşünmesi, buğulu gözlerle dalıp gitmesi lazımken, sesi pek güzel kızceğize bakınca aklıma gelen tek görüntü bu olunca pek keyifli olmuyor tabiy! ufff..hadi kız böyle, bari çocuk izlenebilir olsaymış?

buradan yönetmene sesleniyorum; olmamış, otur, sıfır.

12 Kasım 2010 Cuma

just fight with me!

eğer karnında aşktan değil de öfken yüzünden kelebekler takla atıyorsa, söylenememiş cümleler yüzünden huysuz bir canavar gibi davranmaya başladıysan ve apartman önündeki kediler dahi seni görünce "geldi yine deli,gaçınn laan" diyorsa, " şerefsizim bir cinnet her şeyi halleder!" diyip gücünü topla ve esaslı bir kavganın tadını çıkar o değer verdiğin insanla. 


sonrasında ilişkinizin durumuna/türüne göre kendini hararetli bir sevişmenin ortasında ya da ne yesek yaa diye menüye bakarken ya da sadece aptal gibi gülerken ya da "tamam" diyerek o düğümü çözmüş olmanın verdiği hafiflikle arkanı dönüp giderken ya da dövme koltuğunda ciyaklarken bulabilirsin!  


hepsini hayatının çeşitli dönemlerinde yaşamış (ve yine yaşayacak) biri olarak söyleyebilirim ki en güzeli sonunda yeniden kedilerin gelip kendini sevdirdiği, aurasından pembe ışıklar saçan bir insan olabilmek. bir sonraki savaşa kadar! :)


acıyı kolunu mıncırarak unutmaya çalışan marlene
        ilk dövme deneyimi gibi müthiş bişeyi eski sevgilisi, daimi dostu marlene insanı ile paylaşan mukan 


p.s: bilek içi ve renkli dövme bir araya gelince ne kadar acitiyür cidden unutmuşum. cildi narin bir tipitip olduğum için (yine) gözümden yaş, yıldızlardan kan fışkırdı diyorum o kadar yani ahaha. 
p.s: 2.5 yıl taşıdığım o ne idüğü belirsiz dövmemden beni kurtardığı için Gökçe'ye teşekkürler ;)



11 Kasım 2010 Perşembe

don't let go

dün gece gözlerim kapanırken tesadüfen radyoda dinleyip sabah hemen bulayım dediğim şarkıyı bi arkadaşımın facebookta paylaşmış olmasını görmem? ahaha işte bal diye buna derim ben.


enjoy!





p.s: adam da sevimli midir nedir eheh



8 Kasım 2010 Pazartesi

step down, megalomaniac

                                                         (L)


^^ hola.


^^ "aşk, entrika, hüzün, isyan dolu Kasım Rüzgarı" diye bişey var ve bu en aklı başında gibi görünen bloglara dahi kapıdan uğrayıp yüzünü gösteriyor. bütün "yıkılmadım ayaktayııeem gör işte seni pislik!" içerikli postların sebebi bu. etkisinin geçici olmasını diliyorum çünkü üyesi olduğum ağlaklar grubuna bir kişi dahi alamayız. yer yok. gidin başka yerde ağlayın cicişler.


^^ geçen gün birine diş doktorum hakkında " kadına o kadar parayı şak diye verdim ne arıyor ne soruyor yahuu" diye dert yandıktan sonra ( parasını verdim o halde karşılığını beklerim mantığı) kendi kendime kalınca sızlanmanın saçmalığını görebildim. tamam bana göre burada çok olağan dışı (!) bir deneyimin duygusallığını paylaşıyoruz ve ilgiyle sarmalanmış destek beklemek hakkım. lakin, kadının gözünden bakılırsa ortada plastik tutamaçlarla genişletilmiş kocaman bir ağız, düzeltilmesi gereken dişler ve lastiği kopup duran bir braket var ve bu hiç duygusal değil ahahha. 


^^ yine de ilk adımı atamayan insan ürkekliğinden çıkıp " ee ne zaman görüşüyoruz?" diye aradım dişçimi. " gel takalım alt tarafı da" dedi. böyle de net bir insan kendisi. cevap olarak ayy çekmiyor burada duyamıyorum diyerek kapattım. korku filmlerinde olduğu gibi her çaldığında telefona kocaman gözlerle bakıyorum artık. 


^^  4-5 yaşlarımda peruk gibi saçlarım ve düğme burnumla, dayımın iyi bir reklamcı olmasından da faydalanarak o zamanın ünlü dergilerinde çocuk castından kendime yer bulabilecekken, çekimler için götürüldüğüm yerde kamerayı görünce çığlığı basarak kaçtığımı ve sonrasında 7 yaşıma kadar fotoğraf makinasına öcü gibi baktığımı anlatmış mıydım? bence anlatmadım. tabi şimdi anlatınca beni tanıyan insanlar neden çoğu fotoğrafta şuh bakışlar atamadan, ürkmüş çekingen ceylan yavrusu (aka moron) gibi çıktığımı anlamışlardır. 


^^ hani uzmanlar "bir şeye karşı korkunuz varsa bokunu çıkartmadan üzerine giderek aşmayı" öneriyor ya, ben de uzun zamandır benimle birlikte olan çizme fobimi, insanın boğazına kadar tırmanan çizmelerden (düz taban,diz üstü) alarak atlatmaya karar verdim. lakin daha önce bu konuda deneyimim olmadığı için alışverişe pantolon ile gittiğimden sinir stres yumağı oldum bi saat içinde. ayrıca 2-3 yerde, yanındaki çocuğun elindeki şekere özenip aynısından aldıran çocuklar gibi, bir takım kadınlar elindekilerini bırakarak denediğim çizmelere saldırdılar. ben pantolonu şort kıvamına getirmeye çalışıp can çekişerek aynada kendime bakarken onlar kasada ödeme yapıyorlardı. yemin ederim bi an çıldırıp sıçarım lan! diyerek mağaza ortasında donla kalarak denemeye devam etmek istedim ama biraz su içince düşünme yetim geri geldi ve bi dahaki sefer şort giyerek gelmem gerektiğini kabul ettim. buradan o çizmeleri benden özenip alan kadınlara sesleniyorum: ormana kamp neyin yapmaya giderseniz çizmelerinizi yanınıza almayı unutmayın, uyku tulumu yerine içine kıvrılır uyursunuz o cücük gibi boyunuzla ahahah. 


^^ en fantastik gelişmeyi sona sakladım. bir gün tavuk yemese mutsuz olan marlene insanı neredeyse 3,5 haftadır et ve et ürünleri yemiyor çünkü yi-ye-mi-yor. çevreme kalırsa bu damak tadımı kaybettiğim için geçici bir şey. bana göre bir süre sonra kesin kararımı verebileceğim, bu süre içinde kendimi gözlemlemeye devam edeceğim bir şey. sadece bunun " yüzü olan şeyi yiyemem beean" düşüncesiyle alakası olmadığını biliyorum. uzun yıllar pırasaya düşman olan insanın bir anda bir salata sayesinde pırasayı sevmesi sevindirici olurken, et yemicem artık diyen insanın cevresi tarafından çok korkunç bir hata yapıyormuşcasına tepki görmesi çok ilginç. ahaha öyle ki annem hala " bak içine fesleğen kattım, bak altına patates rendeledim" diyerek şansını deniyor. balıkla ise bir sorunum yok, hala rakı ile götürebiliyorum kendisini.


eh o zaman cheers! 


p.s: (başlıkla alakalı olarak) listen and enjoy! 

3 Kasım 2010 Çarşamba

i found a reason

                                              what comes is better than what came before 


yedek anahtarını bilerek almadan çıktığın o evin kapısını kapattığın anda, duvarlarından dışarıya yansıyan tanıdık sesler, görüntüler ya da duygular seni şaşırtmaz artık. senden sonra içeride yaşanacak, öznesi olmadığın hikayeler de.


o sokağın köşesini döndüğünde kendi öykünü yazmaya başlarsın çünkü.


♥ tık tık