31 Aralık 2010 Cuma

it has to end to begin

                                                         by marl


^^ Aralık sonu sadece şirketlerin hesap kitap yapıp,yıl boyu neler olmuş diye baktıkları bir dönem değil,hepimizin genel "hasar kontrolü" yaparak bir sene boyunca ne haltlar yemişiz, hangisi iyi gelmiş hangisi midemizi bozmuş gördükten sonra elimizde yeni yıla uuzuuun upuzun "yapılacaklar listesi"ni sallayarak teyteyteytey diyerek girmemizi sağlayan bir zaman. bu durumda yılın son gününü yaşarken benim de kirli çamaşırlarımı burada dökerek hesaplaşma yapacağımı düşünen cicişleri demet akalın staylaa öpüyorum; iyi ki varsınız lağn! :)


^^ eheh yok yok, yıl sonu değerlendirmesi geleneğini bozmayarak söylüyorum ki, 2010 üzerine kalın çizgilerle "sevmiyorum olm seni!" yazdığım, kendimi gereksiz yere epey hırpaladığım bir yıl oldu. "daha önce elini yaktığını bildiğin halde, sıcaklığını sevdiğin için cayır cayır yanan kalorifere ellerini koyarak 2 saniye sonra o yanmayı hissetmek gibi, yeniden ve yeniden" tadında diyebiliriz. ayrıca bu sene "çok iyi insanlar" ve "çok berbat insanlar"ın yanına "sadece söyledikleri kadar olan, dümdüz insanlar" diye bir başlık açma ihtiyacı hissettim. bence iyi insanlar ama bu kadar "renksiz" oluşları bir süre sonra "tamam canım ben seni sonra ararım" dedirtiyor insana. vee yıl boyu çeşitli alanlarda kaçırdığım büyük balık fırsatları..işte bu yüzden bazen bazı şeyleri olduğu gibi kabullenmek,olanı fazla didiklememek ve çaktırmadan yanından geçip gitmek insana hırpani halinde biraz da olsa iyi gelebiliyor. böyle de buram buram olgunluk kokan cümle kurdum ya, feci yabancılaştım kendime, az soluklanayım ahaha.


                                                       kuzum :')
^^ ve tabi yılı bitirirken harika ama içimi acıtan bir gelişme olarak, Winter kedisini dün yeni ailesine verdim..insanlarla olan bağlanma sorunum iş hayvanlara gelince yok olduğundan dolayı, bu tipsiz minik fareye de 15 günde öyle çok alıştım ki, eve geldikten sonra yattığı örtüyü koklayıp ağlayarak "getti yavrımmmm yavrığğğmm" diye iyice saykoya bağladım. salya sümük kalan eşyalarını toparladım.. bakarsınız başka bir minişe lazım olur ;) 


^^ sözümü tutup yıl sonu postunu da yazdığıma göre, hepinize harika bir yıl dileyerek sahneyi terkediyorum, 2011'de de benimle olun :) 


kisses!





25 Aralık 2010 Cumartesi

someday you wish you were a better man

                                   sanki olay yeri incelemeden gelmiş tipe bak.
^^ yaklaşık 10 gündür malumunuz, minik adam Mr.Winter ile evin içinde fantastik maceralar yaşıyoruz. çünkü kendisi ayakkabılık altı, çamaşır makinası içi de dahil olmak üzere boş olan tüm kenarlara,açık çekmece-dolap gibi yerlere çıldırıyor ve kedi olmanın verdiği avantajı sonuna kadar kullanıp " kafam geçiyorsa popom da geçer lan" diyerek mütemadiyen kaybolup duruyor. ona göre çoh eğlenceli bişey bu ama evdeki en garip sesi çıkaran şeyi bulup sallayarak oda oda dolanan ben olduğum için bana göre hiç de eğlenceli değil. ayrıca kayıtlara geçmesi için söylüyorum, henüz sırrını çözemedim ama bu kedi bildiğin uçuyor.yoksa nerede olursa olsun patileriyle sırtıma birden pat diye yapışıp yanağımı yalaması olacak iş değil.aslında kediyi kapıp "havada duruyür, şahitlerim var!" diyerek kapı kapı reality show gezmeyi düşünmüyor değilim çünkü böyle yazıyı paylaşmakla, eşi dostu "kedi var!" diye dürtmekle bi halt olmayacak.


^^ bunu söylerken tüylerim tiken tiken oluyor ama bu kediler bence bizim göremediğimiz bir takım garip şeyleri görebiliyorlar.tamam görsünler tabi o da onların bileceği iş ama gece gece insanın karşısına dikilip dikkatlice bakıp bi de kendi kendilerine (?) konuşuyorlar ya orada bi aklım çıkıyor benim.


^^ otobüste yanınıza "kullandığı şeyin yokluğundan dolayı az sonra krize girecek gibi duran, kıpır kıpır bir tip" oturduysa ve anında kalkmanız ilgisini çekerek sizi hedef yapacaksa, o yol Karşıyaka-Bornova gibi kısa bir yolsa bile saatler gibi gelebiliyormuş ben geçen akşam bunu gördüm.ayrıca sert bir darbede elime dişlerimle beraber dökülebilecek braketlerden dolayı yemin ediyorum yol boyunca "gözlüğü olduğu için kavgaya gir(e)meyen,dötüm dötüm uzaklaşan erkek" psikolojisini de dibine kadar yaşayarak hepsine hak verdim..haa tabi sonra ben indim, bişey olmadı yani boşuna panik olmuşum eheh ama içimde "dur şu elimi çaktırmadan şuraya koyayım da en azından yüzümü korurum bişey olursa" gibi triplere girerken dışarıdan at üstünde ülke almaya giden bir İngiliz gibi görünebildiğim için kendimi tebrik ediyorum, afferin Marl; koçumsun! heheh.


^^ yılbaşı planı netlik kazanırken ilk defa dolabı açıp "ne giyicem yeaağ" tribine bağlamıyor oluşum acaba 2011'in güzel ve umut dolu bir yol olabileceğine dair bir işaret olabilir mi? ahah böyle boktan işaret mi olur lağn? öyle umut falan da yazıp denedim sizi çünkü hala aranızda "şans getiren kolye,taş,bileklik,bok püsür" aratarak bloğuma düşen insanlar var.şimdi bu cümle yüzünden birçok masum ve yüreği temiz insan daha gelecek muhtemelen o yüzden kendilerine bişey demek istiyorum: zamanında "şans getircek!" diye tonla çerçöp biriktirmiş biri olarak şundan eminim ki ne kadar çomaklarsan o kadar uzağa kaçıyor bu şans denen denyo.o yüzden şimdi elindekini sakince yere bırak ve nefes alıp vererek 72'ye kadar say.eveet şimdi de gözünü kapatıp kendini güzel bir ormanda düşün..ay pardon bu başka bişeydi ya ahaha.


senenin son postunda görüşmek üzere, çavçav!


      
                          

16 Aralık 2010 Perşembe

meet with lovely Mr.Winter

Geçen Pazar akşamı eve dönerken şöyle bişiy buldum : 


sokakta gördüğüm her kediye bi laf atmadan, sevmeden eve gelebilmem imkansızken bu şirin minnoş şeyin suyun içinde ıslanmış titreyen hali mahvetti beni..üzerinde zıplayarak akrobasi yapan 1548 pireye rağmen kapıp eve getirdim ve Osman paşadan kalan örtülere sarıp sarmaladım. tabi o kadar ıslanmaya ishal olan minnoşumuz, yemekten sonra bol bol pörtleyerek kocaman şişkin göbeğini indirdi gece boyunca.
ağzının içinde açtığım ısıtıcı ile de kendinden geçince Mr.Winter ve pireleri bütün gece tosur tosur uyudu. 
ertesi gün ishali ve genel durumuna baktırmak için veterinere götürünceye kadar mr. ya da miss mi bilmiyordum açıkcası.(bakınca anlaşılmayacak kadar minnok yani :)) veteriner 2.5 aylık gayet sağlıklı bir erkek olduğunu söyledi ve ilaçlarını alıp eve geldik. pirelerden de arınınca daha yumuş tüylü olan,minnoş patili bu tipitip ile ne yapabiliriz diye düşünmeye başladım..


                                                   badem bıyıklı ihih


Osman kedisi bana geldiğinde bu kadar minik olmadığı için önce bi afalladım, sağolsun bu anlarda 3 pisi annesi Norawashere telefondan yardım etti :) 


                                       uykudan birden uyanınca :D 

minnoşumuz öyle hareketli ki, uyuduğu zamanların dışında fotoğrafını çekmek pek mümkün değil :) bi sürü ıvır zıvırın olduğu kocaman bi dünyada ve her şey onun oyuncağı ehehe. tabiy ben sürekli peşindeyim ve geçen gün evde kaybedince panikten "ne etsem, belime ip bağlayıp ucuna da winter'ı mı bağlasam?" diye düşündüm ciddi ciddi. zaten bu panik anlarında çocuğu orada burada rahat durmayan, fıldır fıldır dolanan zavallı anneler ve bütün gün "evladım yapma, yaavrım hişşş" diye bağıran öğretmenlerle empatinin kralını yaptım, buradan hepsine selam olsun :D 
                                                        yine bi cinlik peşinde  :D

bu minik patiş tambi sevgi kelebeği eğer kendi kuyruğu çevresinde milyon kere dönmüyor, oraya buraya uzun atlayıp tarzancılık oynamıyorsa bütün derdi kucağımda yayılıp keyif yapmak :) tabi bu arada illa göbeği,orayı burayı meme arama sevdası ile patileyip mıncırıyor.sonra da burnunu en kuytu yere gömerek horul horul uyuyor..bu halini izlemek,hissetmek öyle güzel ki..

şimdi bu şirin pati için sadece evini değil,sıcak kucağını da açarak ona anne, baba olabilecek insanlar için sizden yardım istiyorum...bazı özel sebeplerden dolayı Osman'dan sonra artık evde kedi bakamıyorum ve yılın belli bir bölümünü benimle geçiren 12 yaşında huysuz bir teyze olan köpeğimiz var. bu tatlı şey yeniden sokağa ya da barınağa bırakılamayacak kadar sevgi dolu..lütfen bu aralar bir yavru edinmek istiyorsanız ya da isteyen tanıdıklarınız varsa (İzmir içi) bana ulaşın :marlenethethird@hotmail.com 

p.s: ilk günden kuma alıştı ve evin hiçbir yerine tuvaletini yapmadı bıdık :)
p.s: Osman kuzum yaşıyor ve dedesinin bahçeli evinde keyfi gayet yerinde :) 
p.s: bu postu mr.winter ile hazırladık, gerçi o yarısında sıkılıp uyumaya karar verdi ama olsun :)


11 Aralık 2010 Cumartesi

cingılıbells cingılııbells




^^ azıcık kar yağsa aurasından romantik vibrasyonlar yaymaya başlayan güzide insanlar için sıcak şaraplarını ve sevdiceklerini hazırlayıp pencere önündeki pofuduk koltuklarına yayılma vakti geldi sanıyorum? bugün gördüğümüz üzere bu sene kış sağlam geçecek, daha bunun Ocak, Şubat hatta Martı var; o yüzden şimdiden sıcak şarap ve sevdicek stoğunuzu kontrol edin. bunun yanında önceden ayı ayağı gibi pofuduk terlikleri, geyik desenli yumuş battaniyeleri ve koala gibi 2 elle sarılacak kupalarını hazırlayıp en afilli pozunu keserek camda bekleyenlere de selam olsun.


^^ Aralık ayısına olan sevgim başkadır demiştim diğer postumda. çünkü ben 
süslenen sokakları,vitrinleri görünce anında 5 yaş zekasına düşerek ellerini çırpa çırpa ışıklara doğru koşan ve sonrasında kocaman gözlerle "eneee" diye sevinen bi insanım. ve takdir edersiniz ki bunu ancak yılbaşı zamanlarında gönlümce yaşayabiliyorum, kimse de " aa gerizekalıya bak" demiyor zira süslenen vitrinlere " anneeağğ baak" diye yaklaşan çoluk çoççuğun arasında kaybolup gidiyorum, bence iyi oluyor.


^^ her sene kur,sök,tıkıştıracak yer bul,bi daha kur derdinden bıkınca son 3 senedir falan eve de yeşillik katsın havası değişir diyerek kendisini kah girişe kah salonun köşesine koyarak gezdirdiğim yılbaşı ağacımı yeniyıl moduna sokmak için her sene bu zamanlar olduğu gibi yine ilham gelmesini bekliyorum.çünkü bu ilham denen ağzınıburnunukırdığımının şeyi gelmeden süslersem kendisi tam bir demetakalın ağacı oluyor sonra bön bön öylece bakışıyoruz yeniyıla kadar. bazen iyice çıldırıp "öleydim öleydiim de bu halimi görmeyeydim" diye uzun havaya geçmese belki dayanabilirdim ama bendeki de can yani.


^^ insanların her sene bıkmadan yeni yılı elinde sihirli çıbbığı olan kırmızı donlu bir peri gibi görmeleri ne zaman bitecek? hayır yani ne kadar ıkınarak, öyle de tee kök çakrandan, dilesen de 1 Ocak sabahı yine o göbeğinle uyanacaksın? hayalindeki kuğu kıvamlı prens/prenses yerine yanındaki adam/kadın tosur tosur horluyor olacak? ve işinden belki de hala nefret ediyor olacaksın? yani 1 Ocak'ın ya da yeniyılın gerçekten böyle bir sihiri yok,az rahat bırakalım kendisini, bi nefes alsın. o yüzden ben bu sene böyle hayaller kurup kendime işkence etmek yerine amaannn koy dötüne rahvan sözünü uygulamaya karar verdim. benim için büyük, dünyayı pembiş yılbaşı dileği yerine gelmediği için homurdanan insan kalabalığından kurtarmak için küçük bi adım.


marlene the affectionately yours.


p.s: buluştuk çok da güzel oldu postları için sırayla tıktık Doorstepping,Gutu, Matissera.

3 Aralık 2010 Cuma

sneak peek

Dün geceki çılgın kahkahalı ve şekilli garsonun damgasını vurduğu blogger meeting sonrası, Doorstepping (çünkü onun makinası benimkini patakladı ahha) bol görselli bi post hazırlayacaktır eminim ama ben bunu paylaşmadan duramadım! 


İşte süper sağnatsal "Four in a Row" serisi ile GUTU! ahahaha


by marl.

mujuks.

1 Aralık 2010 Çarşamba

kundurama kum doldu tey tey tey

^^^ tee 7 Ekim tarihli yazımda "direnmeyin ve teslim olun artık, kış geldi" diye bikbiklenmiştim, lakin ulu hava tanrısı Enlil'in kış için hiiiç acelesi olmadığından bütün "o kış geldiieee" çığırtkanlığı yapan postlarımız çöp oldu. tabiy ben demiyorum ki kara kış gelsin, burnumuzdaki sümükler donup sarkıt oluştursun ama yani 25 senedir bu vücudun da alıştığı bir düzen var. Eylül ortasında romantik hırkalar ortaya çıkar, Ekim ortasına dogru hırka içine biraz daha kalın şeyler giyilir, Kasım dediğinde üşümeye başlanır, Aralık gelince de palto ve atkıya geçilir, şu an olduğu gibi dışarı çıkarken ne giysem paniği yaşanmaz. boğuk ve gri havalara olan tiksintimi geçelim, kendimi sık sık deli uykusu olduğu halde bişeylerden huzursuz olup, ufacık yerde dört dönen uykulu ve sinirli ayılar gibi homurdanırken buluyorum ve bu çok tatsız!


^^ Çin ayakkabı sitesi lovelyshoes'u biliyorsunuz değil mi? "Çin ve ayakkabı" ikilisi insana koşarak kaçma hissi verse de adamlar modelleri öyle sevimli yapmış ki ülke sınırları içinde o tür ayakkabılar olmadığı için "3 gün sonra pörtler ama olsun alayım" moduna giriyor insan siteyi gezerken. en son blogger Allegrande de oradan bişeyler alınca şu ana kadar tek eylemim olan bakmayı, satın almaya dönüştürmek için siteye daldım. şimdi Çinliler alınmasınlar da yani, kendileri fındık kabuğuna sığabilecek minnak minnak insanlar. el, ayak her şey minicik. tabi olsun, onların da alıcısı var da siteye ayak ölçüsü için bir tablo koymuşlar yemin ederim insanı kendi ayağından soğutup, kadere nalet ettiriyor. benim ayağım boyuma göre gayet de orantılı olarak ( yazar ben kazulet değilim demek istiyor kısaca burada) 39 numara. bazen de 39.5. peki bu zalım,hayın siteye göre ayağım kaç? tam 40.5! site ayakkabı numarasında tokatı vurmakla yetinmemiş bi de yan tarafa plus size shoes diye başlık açıp iyice vurmuş kırbacı vurmuş kırbacı. en güzel ayakkabıların 39 noya kadar olmasına mı yanayım, 20 dolarlık ayakkabı uğruna Gulliver muamelesi gördüğüme mi yanayım bilemedim.


^^ konu ayakkabıdan açılınca üst üste ikisini koyunca bi marlene eden babaannem ve halamı da anmadan olmaz.vallahi de ikisini al götür yerleştir Çin'e, yıllar yılı yaşar giderler de arada kimse çıkıp sen bizden değilsin bacım demez. sadece elleri, ayakları, boyları minnacık olduğu için değil yüz-göz olarak da aynılar çünkü. baba tarafı kendi içinde "biz ailenin tatar kısmını temsil edelim siz de göçmen kısmını alın" diye anlaşma yapmış olduğundan, insanlar babaanneden kalma eşyalara "hiii vinntııçç" diye koşarken, ben içi 35 numara ayakkabıyla dolu sandığa bakıp bakıp ağlıyorum. 


^^ hani facebookta dolanan bi video var ya, sincap mı fare mi ne, fonda korku filmi müziğiyle yaklaşıyorsun hayvan patarak diye dönüp gözlerini kocaman açıyor..hah işte geçen hafta ayakkabı denediğim yerde adamın beni inceledikten sonra " anladım, siz hardcore seviyorsunuz" demesi ile resmen videodaki o tadı yakaladım. tam "senin saçını yırtarımm!" diye üzerine uçacakken beyinsiz adamın "yani kıyafet olarak hard, saç.. yani..hani tarz..be be ben.." diye error vermesi üzerine adama, insanda intihar etme hissi uyandıran en pis piton bakışımı atarak uzaklaştım. pis pornocu. 


^^ Aralık ayısına olan sevgimi diğer posta saklıyorum, bütün malzemeyi de hemen tüketmeyelim değil mi?


^^ aha da postun en önemli kısmı : 




                            başlıktaki türkü ile halay çeken bloggerlar, made by Matiiğ!


haydi bakalım görüşürüz.
                             

24 Kasım 2010 Çarşamba

say it's gonna be fine

sebastian, şarkının linkini ver abilere,ablalara hadi çoçuğum.  evet, afferim.

elinde margarita, parmak uçlarında dansetmeye çalışıp sağa sola yalpalarken karşındakine kocaman gülümsediğin o anda fonda çalan bir şarkı gibi? hah ben de onu diyorum işte.
neyse, siz şarkıyı dinleyin ben de içime sızan İclal'den kurtulayım.

                                                       görselle de destekleyelim tam olsun

afiyet.

soğuktan şala sarınınca, romantik film kadınları tribine giren marlene.

17 Kasım 2010 Çarşamba

we might have roses in november


                                                            
^^ bayramı sadece zeytinyağlı sarma, bol çikolata ve tatlı götürerek yapanlara selam olsun. diğerlerine bişey yok.

^^ bazı anlarda gelen derimi sökercesine kaşıma isteğini saymazsak dövme gaziliği gayet iyi gidiyor.arada bir yıkayarak yıldızlara kurtulmaya çalıştıkları derilerde yardımcı oluyorum. üstüne de bepanthene sürünce bi keyifleniyorlar ki uff. yine de kremleme anlarında gözgöze geldiğimizde hala bişeylerin eksik olduğunu düşünüp hüzünleniyorum. insanlar ilk dövmelerine sevgiyle bağlanıp, lego misali üst üste koyarak diğer dövmelerine koşarken, ben sanki hep bu dövmeyle takıntılı şekilde "nasıl daha iyi olabilirdi" diyerek uğraşacağım gibi geliyor bazen. kafamda her ne varsa ona ulaşıncaya kadar durmayacağımı bilecek kadar beni iyi tanıyan mukan'ın bu konudaki yorumu ise: "lazerle temizletip sıfırdan yaptıralım!" ahaha mühendislerin bizden farklı işleyen şu zihinlerine bayılıyorum. (tamam düzeltiyorum, tabiki de hepsi için geçerli değil bu)

^^ Susan: I need happy, I need romantic, I need love, and I need it from you. Kelvin: You need Jesus!". Boktan kelimesinin iltifat kaldığı Valentine's Day filminden geriye kalan sadece bu replik oldu, gerisi çöp. her daim limitsiz izleyebileceğim Ashton Kutcher dahi kurtaramadı filmi. asıl hikaye geçenlerde bir kitabımın arasından bu filmin de dahil olduğu 5 filmin yazıldığı listemsi bir not çıkması ve yazının tanıdığım birine ait olmaması. bazen böyle saçma sapan şeylere takılırım. bakalım nasılmış diyerek filmi indirdim ve bitirebilmek için koltukta resmen debelenip durdum arada uyudum bile. ama anlaşılan birisi sadece " izlenmemesi gereken en boktan filmler" listesi yapmış hepsi bu ahaha. sağdan soldan çıkan notları eski bir alışkanlıktan kalma hisle çok seviyorum. evin çeşitli yerlerinde neyle silersem sileyim gitmeden duran bazı yazıları da bu sebeple rahat bıraktım artık. çünkü anılar, eğer gülümsetiyorsa- o kadar da kaka şeyler değil.

^^ çatı katındaki dairemden bazen bahsediyorum twitter'da, anı diyince depreştim yine, o evimde bir dönem (hani şu 4 evden 3ünde bulunan) plastik ikea gece lambasının beyaz yüzünden sıkılıp üstünü bir çeşit notluk gibi kullanmaya başlamıştım. bazen sadece benim anladığım ufak notlarla başlayan bu epey romantik eylem, gelenlerin " aaa neymişş ya dur ben de bişey yazayım" demesiyle tam anlamıyla piç oldu. içinde gizli gizli Tuna Kiremitçi besleyen ne çok arkadaşım varmış da hepsi bu ikea lambasını bekliyormuş meğersem. "bu ev bu kadar tuna'yı kaldıramaz" diye çemkirdiğim votkası yoğun bir akşam sonrasında sıçarım romantikliğine de lambasına da diyerek hepsini kolonya ile temizledim. postmodernist bir dokunuşla lambanın kafasına renkli bir örtü de dolayınca yemin ederim hepimiz rahatladık. ahaha bu da böyle bi anımdır işte.

^^ şu videoyu bi süre saklamıştım ama artık hevesimi aldığım için paylaşabilirim, lakin depresif moodda uzun süre dinlemek insanı mala bağlıyor uyarırım. sebastian yolu gösterebilirsin.

enjoy.



13 Kasım 2010 Cumartesi

aslında pelikanları severim


Maria Mena - Just hold me HD
  
l
lakin bu sözleri-müziği harika şarkıda, duygusallığın dibine vurup insanın birilerini düşünmesi, buğulu gözlerle dalıp gitmesi lazımken, sesi pek güzel kızceğize bakınca aklıma gelen tek görüntü bu olunca pek keyifli olmuyor tabiy! ufff..hadi kız böyle, bari çocuk izlenebilir olsaymış?

buradan yönetmene sesleniyorum; olmamış, otur, sıfır.

12 Kasım 2010 Cuma

just fight with me!

eğer karnında aşktan değil de öfken yüzünden kelebekler takla atıyorsa, söylenememiş cümleler yüzünden huysuz bir canavar gibi davranmaya başladıysan ve apartman önündeki kediler dahi seni görünce "geldi yine deli,gaçınn laan" diyorsa, " şerefsizim bir cinnet her şeyi halleder!" diyip gücünü topla ve esaslı bir kavganın tadını çıkar o değer verdiğin insanla. 


sonrasında ilişkinizin durumuna/türüne göre kendini hararetli bir sevişmenin ortasında ya da ne yesek yaa diye menüye bakarken ya da sadece aptal gibi gülerken ya da "tamam" diyerek o düğümü çözmüş olmanın verdiği hafiflikle arkanı dönüp giderken ya da dövme koltuğunda ciyaklarken bulabilirsin!  


hepsini hayatının çeşitli dönemlerinde yaşamış (ve yine yaşayacak) biri olarak söyleyebilirim ki en güzeli sonunda yeniden kedilerin gelip kendini sevdirdiği, aurasından pembe ışıklar saçan bir insan olabilmek. bir sonraki savaşa kadar! :)


acıyı kolunu mıncırarak unutmaya çalışan marlene
        ilk dövme deneyimi gibi müthiş bişeyi eski sevgilisi, daimi dostu marlene insanı ile paylaşan mukan 


p.s: bilek içi ve renkli dövme bir araya gelince ne kadar acitiyür cidden unutmuşum. cildi narin bir tipitip olduğum için (yine) gözümden yaş, yıldızlardan kan fışkırdı diyorum o kadar yani ahaha. 
p.s: 2.5 yıl taşıdığım o ne idüğü belirsiz dövmemden beni kurtardığı için Gökçe'ye teşekkürler ;)



11 Kasım 2010 Perşembe

don't let go

dün gece gözlerim kapanırken tesadüfen radyoda dinleyip sabah hemen bulayım dediğim şarkıyı bi arkadaşımın facebookta paylaşmış olmasını görmem? ahaha işte bal diye buna derim ben.


enjoy!





p.s: adam da sevimli midir nedir eheh



8 Kasım 2010 Pazartesi

step down, megalomaniac

                                                         (L)


^^ hola.


^^ "aşk, entrika, hüzün, isyan dolu Kasım Rüzgarı" diye bişey var ve bu en aklı başında gibi görünen bloglara dahi kapıdan uğrayıp yüzünü gösteriyor. bütün "yıkılmadım ayaktayııeem gör işte seni pislik!" içerikli postların sebebi bu. etkisinin geçici olmasını diliyorum çünkü üyesi olduğum ağlaklar grubuna bir kişi dahi alamayız. yer yok. gidin başka yerde ağlayın cicişler.


^^ geçen gün birine diş doktorum hakkında " kadına o kadar parayı şak diye verdim ne arıyor ne soruyor yahuu" diye dert yandıktan sonra ( parasını verdim o halde karşılığını beklerim mantığı) kendi kendime kalınca sızlanmanın saçmalığını görebildim. tamam bana göre burada çok olağan dışı (!) bir deneyimin duygusallığını paylaşıyoruz ve ilgiyle sarmalanmış destek beklemek hakkım. lakin, kadının gözünden bakılırsa ortada plastik tutamaçlarla genişletilmiş kocaman bir ağız, düzeltilmesi gereken dişler ve lastiği kopup duran bir braket var ve bu hiç duygusal değil ahahha. 


^^ yine de ilk adımı atamayan insan ürkekliğinden çıkıp " ee ne zaman görüşüyoruz?" diye aradım dişçimi. " gel takalım alt tarafı da" dedi. böyle de net bir insan kendisi. cevap olarak ayy çekmiyor burada duyamıyorum diyerek kapattım. korku filmlerinde olduğu gibi her çaldığında telefona kocaman gözlerle bakıyorum artık. 


^^  4-5 yaşlarımda peruk gibi saçlarım ve düğme burnumla, dayımın iyi bir reklamcı olmasından da faydalanarak o zamanın ünlü dergilerinde çocuk castından kendime yer bulabilecekken, çekimler için götürüldüğüm yerde kamerayı görünce çığlığı basarak kaçtığımı ve sonrasında 7 yaşıma kadar fotoğraf makinasına öcü gibi baktığımı anlatmış mıydım? bence anlatmadım. tabi şimdi anlatınca beni tanıyan insanlar neden çoğu fotoğrafta şuh bakışlar atamadan, ürkmüş çekingen ceylan yavrusu (aka moron) gibi çıktığımı anlamışlardır. 


^^ hani uzmanlar "bir şeye karşı korkunuz varsa bokunu çıkartmadan üzerine giderek aşmayı" öneriyor ya, ben de uzun zamandır benimle birlikte olan çizme fobimi, insanın boğazına kadar tırmanan çizmelerden (düz taban,diz üstü) alarak atlatmaya karar verdim. lakin daha önce bu konuda deneyimim olmadığı için alışverişe pantolon ile gittiğimden sinir stres yumağı oldum bi saat içinde. ayrıca 2-3 yerde, yanındaki çocuğun elindeki şekere özenip aynısından aldıran çocuklar gibi, bir takım kadınlar elindekilerini bırakarak denediğim çizmelere saldırdılar. ben pantolonu şort kıvamına getirmeye çalışıp can çekişerek aynada kendime bakarken onlar kasada ödeme yapıyorlardı. yemin ederim bi an çıldırıp sıçarım lan! diyerek mağaza ortasında donla kalarak denemeye devam etmek istedim ama biraz su içince düşünme yetim geri geldi ve bi dahaki sefer şort giyerek gelmem gerektiğini kabul ettim. buradan o çizmeleri benden özenip alan kadınlara sesleniyorum: ormana kamp neyin yapmaya giderseniz çizmelerinizi yanınıza almayı unutmayın, uyku tulumu yerine içine kıvrılır uyursunuz o cücük gibi boyunuzla ahahah. 


^^ en fantastik gelişmeyi sona sakladım. bir gün tavuk yemese mutsuz olan marlene insanı neredeyse 3,5 haftadır et ve et ürünleri yemiyor çünkü yi-ye-mi-yor. çevreme kalırsa bu damak tadımı kaybettiğim için geçici bir şey. bana göre bir süre sonra kesin kararımı verebileceğim, bu süre içinde kendimi gözlemlemeye devam edeceğim bir şey. sadece bunun " yüzü olan şeyi yiyemem beean" düşüncesiyle alakası olmadığını biliyorum. uzun yıllar pırasaya düşman olan insanın bir anda bir salata sayesinde pırasayı sevmesi sevindirici olurken, et yemicem artık diyen insanın cevresi tarafından çok korkunç bir hata yapıyormuşcasına tepki görmesi çok ilginç. ahaha öyle ki annem hala " bak içine fesleğen kattım, bak altına patates rendeledim" diyerek şansını deniyor. balıkla ise bir sorunum yok, hala rakı ile götürebiliyorum kendisini.


eh o zaman cheers! 


p.s: (başlıkla alakalı olarak) listen and enjoy! 

3 Kasım 2010 Çarşamba

i found a reason

                                              what comes is better than what came before 


yedek anahtarını bilerek almadan çıktığın o evin kapısını kapattığın anda, duvarlarından dışarıya yansıyan tanıdık sesler, görüntüler ya da duygular seni şaşırtmaz artık. senden sonra içeride yaşanacak, öznesi olmadığın hikayeler de.


o sokağın köşesini döndüğünde kendi öykünü yazmaya başlarsın çünkü.


♥ tık tık 





27 Ekim 2010 Çarşamba

me versus you, no limits *

                                                post görseli olarak marlene insanı. taa kendisi


^^ bu sabah çok accayip bişey oldu. kapı çalmadan az önce rüyamda kargocubey amca gelip parfümümü bırakıyor, bi heves saldırdığım paketin içinden erkek parfümü çıktığı için adamın arkasından pijamalarımla koşuyordum apartmanda.(adam napabilecekse?) şimdi böyle bir rüya üzerine kapının çalması ve aşşağıdan "kargoo" diyince adam "hasss" hissi geliyor insana. titrek parmaklarımla kimliğimi verip paketimi aldım. masanın üzerine koyup bir süre bakıştım. "ertelemenin faydası yok marlene hadi cesaret!" diyerek sakince açtım paketi. parfümle gözgöze gelip yanına strawberrynet tarafından bırakılan hediyelerle oyalandım biraz. sonra sabırsız tarafım ağır bastı ve şişeye daldım ahaha. bu siteden ilk alışverişim olduğu için şu anda tek kaşım havada, tende kalış süresini durup durup kendimi sapık gibi koklayarak test ediyorum. kendi omuzunu öpen insandan bir tık gerideyim yani.


^^ "insanın kendine yabancılaşması" neymiş bu zamana kadar bilememişim meğer. böyle derin mesajlı gibi afilli görünen ama alt metinde sadece " yıllardır tırnaklarımı yedim durdum ama artık braketlerden dolayı değil ellerimi ağzıma götürmek, ekmek kenarı bile yiyemiyorum lan!" anlamı taşıyan bir cümle kurduğum için kendimden tiksindim şu anda. özet olarak tırnaklarım uzayınca "her daim ojeli cici kadın elli" bir insan oldum. annem ve alıp alıp kenara koydugum ojeler çok mutlu, ben değilim. çünkü anında yüksek topuklu ayakkabı giyip, çantayı dirseği kırılmış gibi taşıyan kadın tribine girdim. ne olursa olsun içimden bir Victoria Beckham çıkmasına henüz hazır değilim.


^^ braketlerle 11.günüm. bu zaman içinde kendisini türlü ortamlara soktum, votkadır biradır hepsiyle tanıştırdım ama inatla çorba ve ekmek içinden vazgeçmediği için kafasını gözünü yarasım geliyor. braketin damaklık kısmı ile sürdürmeye çalıştıgım dengesiz ilişki, konuşabilme yetimi kaybettiğim için doktora yaptığım duygusal işkence sonrasında ağzıma daldığı garip aletlerle sona erdi. o yapmasa zaten ben evde gözüme kestirdiğim bahce makası ile girişecektim, iyi oldu temiz oldu böyle. şu anda tek sorunum braket içinden geçen telin dipte kalan ucunun konuşurken ve özellikle gülerken içten içe ağzımın içini eşelemesi. hayır bazen gülerken yanağım asılı kalıyor iç taraftan sola doğru ve tam olarak Joker ağız oluyorum, o çok fena. ahaha ama hala insanım bebişim, korkuya mahal yok. 


^^ bir ergen hevesi ile 2,5 sene önce yaptırdığım dövmemin cover işlemi için birkaç yer gezmiş yine de içime çok sinmemişti. geçen gün bir arkadaşımın önermesi ile gittiğim yerde ve dövme yapan kızda karar verdim gibi. bileğin içindeki o dehşet acıyı yeniden yaşamayı göze aldığım gün gidip toparlatacağım. bu arada renkli dövmeyi siyaha çevirme işlemi olmuyormuş. yani cover da olsa insanların renkli dövmelere alışma süreçleri içinde yine "aaa renkli kalemle mi çizdin bunu negzeeel olmuş" cümlelerini duyacağım. darısı başına sebastian.


a presto!


p.s: * başlık gossip girl'den. bu iç gıcıklayıcı cümleyi bana chuck gibi söyleyen adama, çılgınca meydan okumasına rağmen gözlerimden kalpler fışkırtarak bakarım. öyle de karışık haller içindeyim ahaha

16 Ekim 2010 Cumartesi

ilk tiksinç espriyi dişleri en güzel olanınız yapsın ulen!

                                                    hayınsın! vicdansızsın!


^^ 40 gün 40 gecedir çeşitli yerlerden zırt pırt duyurduğum gibi, kazık kadar halimle (24,5) , tee ilkokulda yakama yapışıp bu yaşa kadar bırakmayan lanet olasıca "bugs bunny" dişlerinden ve artık çeneme yaptığı ağrılardan kurtulmak için gidip kendimi bile bile, deli şeyetmişcesine, öyle de bir isteriklikle yani, ortodontist önüne attım. dedim "komple söküyor musun, kafamı mı değiştiriyorsun ama nolusun artık beni bu sevimli surattan ve seda sayan-ebru gündeş benzerliği çemberinden kurtar!". (based on true story)


^^ tabi bu öyle doktor önüne kendini atmakla olmuyor. malum duruma göre 1.5-2 sene sürecek, pahalı bir tedavi olduğu için önüne atılacak doktor bulma süreci önemli. ben genel olarak epey tırmalandım netten kişisel deneyimleri incelerken ,o yüzden bu post biraz da böyle rehberimsi bişey olsun.


^^ bir kere böyle bir tedaviye ihtiyacınız varsa ve karar da vermiş gibiyseniz işe "ortodontist" tanımakla başlayın. randevu alıp gitmek,muayeneyi ve içerideki aletleri-düzeni görmek, belgeleri-diplomaları incelemek, yapılacak tedavi ve kullanılacak malzeme hakkında konuşmak, doktorla dialog kurmak çok önemli. bu arada çoğu doktorda yat-yelken sevdası var, illaki muayenede bir yelken figürü, dalgalı deniz fotoğrafı, deniz feneri posteri, deniz kabukları, dalga sesi müziği gibi şeyler oluyor şaşırmayın. ne deniz tutkusuymuş arkadaş diye şaşırdım da ben o bakımdan. 


^^ bu braket denen şeyler (dişin üzerine yapıştırılıp içinden tel geçen minik parçalar) tedavi masrafının bel kemiği. metalden porselene, safirden altına kadar çeşitleri var. kadın ortodontistler kesinlikle olaya estetik yönünden bakamıyorlar ve inatla "metal olmalı aaa" diyerek insanı sinir ediyorlar. üstelik çoğu doktorun "metallerle tedavi daha iyi sonuçlanıyor" demesine aldanmayın, adam gibi doktor bende olduğu gibi "porselen" olanlarla da işini yapar. ha evet tabiki de porselenlerin kırılma olasılığı yüksek ama şeffaf oldukları için çok fazla dikkat çekmiyorlar. fiyatlar metallerde 3500 TL, safir malzemede 7 bin TLye kadar çıkıyor. porselenler de kalite kalite olmakla birlikte bu iki ücretin arasında. tabii bu biraz da doktorun aç gözlü olup olmamasına ve nakit/taksit ödeme durumuna göre değişiyor. ay borsa haberlerini sunan ciddi kadınlar gibi oldum sebastian koş renkli otriş neyim getir bana bu kasvet dağılsın aa!


^^ tamam işin sıkıcı maddi kısmını geçtikten sonra gelelim dişlerin çekilip çekilmeyeceği kısmına. bunun için doktorunuz sizden röntgen istiyor ve sonrasında ona acıklı gözlerle bakarken cart diye " 4 nolu dişler gidiyor" diyor. ben önce aradaki "nolu" kısmını duymadığımdan 4 dişim gidecek sandığım için ufak çaplı bir baygınlık yaşadım. bu yaşa kadar hiç diş çektirmeyen insana 2 diş yeminle evlat acısı gibi koyuyor. sonra tabi titreye titreye gidilen dişçi, ( ortodontistler diş çekmiyor genelde), dişetinin çeşitli yerlerine haşırt diye yapılan uyuşturucu iğne ve sonrasında tatlı bir sarhoşluk ve katur kutur sesleri arasında veda edilen 2 diş! bu arada o uyuşturan iğne dudakları önce ajda pekkan kıvamına getirip sonrasında abartıp angelina'ya çeviriyor. ben üst dudağım kıvrılmaktan burnuma değdiği an bıraktım aynadan kendimi izlemeyi. 


^^ birkaç gün dişsiz gezmek sinir bozucu. ulen sadece üstten 2 diş gitti ne hevesliymişsin çemçük ağız olmaya diye söylenip durdum kendime çünkü konuşma epey bozuluyor. yemek yerken de ufak ufak lokmalarla yemek lazım. "kuş beslenmesi" olayına yavaş yavaş geçiş bu. malum braketlerle hayvan gibi hamburger, dürüm, pizza ısırmalar olmayacak artık. 


^^ braket takılması epey kolay bir iş. pek acımıyor ama ağzı iyice açmak için dudakların iki yanına takılan plastik tutamaç gibi şeyler minnacık ağzı julia roberts ağzına çeviriyor bir süre sonra. o değil de ajda-angelina-julia derken dudaklarım resmen karakterini kaybetti lan!


^^ hah işte burası zurnanın zırt dediği yer.. şu anda 4.5 saattir braketliyim ve ne yazık ki damak destekli kısım yüzünden çiğnemede sorun olmasa da yutamadığım için 3 çeşit yemeğin olduğu sofradan sadece yogurt ve çorba yiyebilerek, gözümü de yemeklerde bırakarak kalktım. doktoruma göre bu geçici bir şey. bana kalsa oh gayet 36 bedene inmek için süper fırsat ahaha. gerçi karşımda insanlar löp löp yemek yerken en fazla 3.günde ben bu duruma bir çözüm bulurum. koca 1.5 sene yoğurtla çorbayla mı geçermiş? insanın gözü döner hart diye yanındakinin koluna bacağına saldırırsın o açlıkla yemin ediyorum. şimdi yenmesı kesinlikle yasak olanlar listesini de yazmam lazımdı ama cidden çok sıkıcı. bu süre içinde lokum yiyip, kola içtiğini görürsem ağzını burnunu kırarım sebastian o kadar diyorum. 


^^ bunun daha 1.5 yılı var. o yüzden ara ara yazarım ilginç şeyleri. gidip ne yiyebilirim ona bakayım ben. 


çav çav!