22 Şubat 2010 Pazartesi

kahkül rockss demiş miydim?



                                                oh i love Paris!
hola.
^^ anahtar parçaları " kalın çorapla giyilmiş yüksek bel mini etek, oxford ayakkabı ve hırka üstü ince kemer" olan ve kuyruklu eyeliner makyajı ile tamamlanması şart olan tarza sahip kızlarımızın içlerinden fışkıran "bugün ne giydim göstereyim de insanlar örnek alıp sıkıcı hayatlarını renklendirsinler" misyonları ile açtıkları blogları sayesinde gözüm gönlüm açıldı ve doğru yola doğru ilk adımımı attım. ancak bu açık öğretim programı dahilinde incelenmesi gereken örnekleri iyi seçmek lazım mazallah ikoncan olmak da var işin ucunda.şimdilik doğru kaynakları bulduğuma inanarak, bu şekilde kademeli gidersem ileride benden 2010 versiyonu bir Jane Birkin bile çıkabilir, çok mesudum. 
^^ yukarıda geçen "doğru yol" kavramı, liseye geçtiği andan itibaren dümdüz uzun saçlara, o zamanlar öldürseler bile giymeyeceğim tipte olan (adı neydi ya) siyah kösele ayakkabılara ve çakma da olsa Vakko'nun postacı modeli çantasına kavuşanlar için Yunanca bir kelime gibi gelebilir. ancak aynı dönemde " raakk yeeaa" diye dolanan,topuklu ayakkabı giyen yaşıtlarından koşar adım uzaklaşan, makyajı-saç rengi ile istemese de farklı olanlar bıyık altından gülerek (rakır dostum o bıyıkları bi alalım ama) ne demek istediğimi anlayacaklardır. açıkcası ben de üniversite bitene kadar iş dünyasında kendime piercingli ve renkli halimle "saygın" bir yer edinebileceğimi, insanların paketine degil de beynine önem verecek işverenlerin kuytu köşelerde saklandığını ve hayatın " ancak ben istediğim zaman değişirim lan" formunda gideceğini düşünen ve bunları düşünürken koca gözleri fosfor fosfor parlayan çıtır çerezdim. " hayat ezdi geçti bizi" edebiyatı yapamam çünkü kontesliğimle açık ara öndeyim ancak yine de zaman içinde önce piercingten başlayarak bazı ödünler verildi tabiy :) şimdi dövmeyle devam ediyorum ve bu öyle pis bir hastalık ki insan eline geçen her parada nereme ne yaptırsam diye düşünürken buluyor kendini :D neyse ki aklım başımdan gittiği zaman tutup geri getiren biri var yanımda ahaha.
^^ şu tarz meselesine dönecek olursak eğer bu "köyden indim şehre" durumunun "raktan döndüm leydiliğe" modifiyesi için gereken görsel anlatımı sağlayan süper 3-5 site keşfettim. ve ne yazık ki blog aleminde epey bilinen ve takip edilen trend kızlarımızın çogunun tarzlarını birebir bu yabancı sitelerden kopyaladıklarını gördüm. insanın karşısında orjinali ve sahtesi olunca akılda "alışmadık popoda don durmaz" ve "at kuyrugunda kelebek" gibi sözler uçuşuyor ama olsun denemiş en azından garibim diyerek sahtesinden kurtulup has olanına dönebilirsiniz. ben bu alanda şimdilik beğendiğim 3 blogun linkini vereyim de gerisi size kalsın.


**  thecherryblossomgirl : fiziği ve duruşu ile tam bir Parisien! eğer fotoğrafları çektiği yer evi ise -ki bu balkondan Eyfel'e bakıyor demek oluyor-fena kıskandım! :) süpersonik bir makinası var ve harika fotoğraflar çekiyor.
** orchid grey :  boy-pos benzerliğimiz (yüz demiyorum bak) ve piercingi sayesinde benden tam not aldı :)
** blonde bedhead : eğer ilerleyen günlerde ağlak bir post yazıp bütün saçlarım döküldü derse bilin ki benim kem yeşil gözlerim yüzünden :) muhtemelen kışın karın ortasında çorapsız gezmesinden ishal olacak, bak o zaman sorumluluk almam. 


xoxo! 
Marlene the 22 yıldır kahküllü.

15 Şubat 2010 Pazartesi

Julie & Julia and other things

                                                    what the f*ck?
hola,
^^ sevgililer gününün arkasından ileri geri konuşmuyorsam bize harika bir rakı-balık ziyafetine sebep olduğu içindir. üstüne irish cream kahve de içince " tamam" olduk, dedik ki " gözümsün seneye de bekleriz". 
^^ ne zaman üniversitede pazartesi günü dersim olmadı, ki bu 2.sınıfın başına denk gelir, işte o günden beri benim için hava ne kadar kötü de olsa, Pazar günleri daimi tembellik ve keyif günüdür. kitap-gazete, müzik, film, güzel yemek, kahve gibi içinde keyif barındıran ne varsa hepsi sakin sakin takılır benimle bütün gün. bir nevi yenilenme kürü. peşinden gelen koca haftayla boğuşabilmek için şart. o yüzden olabildiğince ense günü :D sevgilim " keyif" denen şeyin hayatına benimle beraber girdiğini söylediğinden beri offical olarak "marlene the keyif gurusu" ilan edilmiş bulunuyorum ahaha.
^^böyle kanepe üzerine yayılmış bir günde üzerimize sokaktan uçuşan kalpler ve yapış yapış romantizm çökünce, Golden Globe'da görüp bi süredir izlemek istediğim "Julie and Julia"yi seyredelim dedik. çoğu film gurmesi için " sabun köpüğü" bir film olabilir ancak bence tam olarak bir pazar günü filmi. 


Filmin başrollerinde kaşına gözüne, her hareketine hayran olduğum ; teyzem-halam olmadı komşum olaydı yahu dediğim şahane kadın Meryl Streep ve daha önce " A Midsummer Night's Dream"da izlediğim ve sonrasında yine Streep ile oynadığı  " The Devil Wears Prada"da bayıldığım sevimli adam Stanley Tucci var. Filmin diğer çifti ise ilk defa izlediğimi sandığım Amy Adams ve el altında olmasına rağmen henüz izleyemediğim  "Vicky Cristina Barcelona"da oynamış olan Chris Messina. 
Film, yemek yemeye tutkuyla bağlı olan ve eşinin görevi nedeniyle Fransa'da bulunduğu sürede can sıkıntısından başladığı yemek kursunda kendini bularak eğitmen aşçılığa kadar yükselen, 1960'larda yazdığı Fransız Mutfagı tariflerinden oluşan 734 sayfalık yemek kitabıyla Amerika'da çığır açan Amerikalı ünlü aşçı, yazar ve televizyon programcısı şenşakrak Julia Child ile yaptığı işten çok sıkılmış olan Julia Powell adlı genç yazarın yemek yapma tutkusunu, Child'ın yazdığı kitabı kendine rehber yaparak bir proje haline getirmesi ve bunu " The Julie/Julia Project" adıyla bloglama hikayesinin aktarıldıgı ayrı ayrı kitapların filmleştirilmiş hali. ve bu yüzden kamera film boyunca bir 1940'larda bir 2000'lerde oluyor. eşi Paul Child yüzünden ülke ülke gezerken yemeğe olan tutkusunu hiç kaybetmeyen, inanılmaz neşeli ve dev kadın Julia Child rolünde Streep kendine öylesine aşık ediyor ki kadını tek basına 2 saat izleseydim sıkılmazdım. ahaha ayrıca abartılı aksanına ve yemek yapma stiline biteceksiniz. Filmdeki harika detayları en altta linkini verdiğim trailer ile yakalayabilirsiniz. ( yoksa hepsini anlatacağım şimdi :/)


Filmin tek kötü yanı film boyunca yapılan müthiş yemekler,tatlılar yüzünden epey acıkmış olmam ve yemek pişirme sanatının dantel gibi bilinçaltına işlenmesi sonrası "bir şeyler pişirmeliyim" gazına gelerek kendimi mutfakta bulmam. tabiy onlar filmde " boeuf bourguignon"lar ve çeşitli soslar pişirirken benim o gazla sadece çikolatalı hazır puding yapabilmiş olmam biraz bunalıma sokmadı değil. bu yüzden bence bu filmin üzerine ya gerçekten şaraplı maraplı değişik bişeyler pişirmeyi deneyin ya da benim gibi sevgililer gününü bahane ederek şahane bir yemekle günü bitirin :)


bon appétit!




p.s: trailer : tıktık!

9 Şubat 2010 Salı

pale-feb

^^İnsanın kendinden tiksindiği anlar vardır. bazılarının birkaç sandık dolusu olabilirken bazılarımızın sadece cebini doldurur.benim için "kendimden tiksindim yeminle" dediğim anlar bir elin parmagı kadar ancak parmak da olsalar aralarında bir hiyerarşi var.misal başparmağım parmaküstü bir azimle dışarı doğru kıvrılarak yarım T oluşturmak suretiyle elime bakan insanların gözlerini pötürdetebiliyor.her ne kadar diğerleri bu süper hareketin altında kalmamak adına türlü ekşinlara girseler de benim için başparmagın yeri ayrıdır. o yüzden kendimden tiksindiğim anları saklamak için oluşturdugum klasörün kısayolu olan baş parmagımda hasta olup,sümüklüböceğe dönüştüğüm zamanlar var. 
^^ canım sıkkın. çünkü normalde bu cümleleri dökmek yerine şu anda öğle yemeği üstü çayımı içmiş ve SAP eğitimi için Almanya, Finlandiya, Rusya gibi türlü yerlerden gelmiş olan eğitmenlerle muhabbet etmem, eğitim başladıgında da ebelek ebelek hangi kod nereyi açiyürdü yaa diye laptop basında debelenmem lazımdı. bunu geçtim, işe yeni başlayan birinin 3.haftasında rapor alacak kadar hasta olması berbat bişey.
^^humm.. parmagının ucunu üşütse ishal olma durumum yoktur ancak bu sefer iyi sarstı ağzını burnunu kırdıgımının hastalıgı. sanıyorum bunda uzun süre karpuz formunda yaşadıktan sonra bu kadar yoğun iş temposuna girmek ve işe ilk başladıgım hafta boyunca odayı paylaştıgım hasta bağyanın ne yaptıgını öğrenmek için ağzının içinde maskesiz oturmanın etkisi büyük. ha yani diyeceğim şu ki, elleri her dakika o antibac jellerle temizlemek bi boka yaramıyomuş.
^^ Cuma'dan beri ateş, öksürük, günde bir rulo kağıt havlu bitirten sümük atımı ve tükenmişlik ile yatakta salatalık gibi yatıp uyuklamak,bişeyler okumak ve yine uyumakla geçen zaman diliminde ayna fobim gelişti. malum perma maduru bir insan olarak üstüme bir de bu hastalıkla gelen mor göz altları, solmuş bir yüz, ne kadar güzel olsa da pul pul soyulmuş bir burun ve ölü balık gözleri yerleşince tam da girişte bahsettiğim " yeminle tiksiniyorum kendimden" moduna girdim. her ne kadar sevgilim sağımdan solumdan gelen viks kokularına ve burnumdan akan sümüklere ragmen sürekli öpüp sevse de bir süre yorgan altında kalmak en iyisi. bu süreç içinde iyice turunculaşmış ve kabar kabar olan saçlarımdan hiç bahsetmedim bile farkındaysanız. gece iyi uyumanızı istiyorum o yüzden daha fazla detaya girmeyeceğim ahahaha.
^^bu arada yeri gelmişken, bu kadar zamandır hastalıktan yataga düşmüş olan kadını öyle minnoş, sevimli, pembiş burunlu, bol kazak içinde fırk fırk burnunu çeken, hapşururken kedi miyavlaması sesleri çıkaran sevimli ev hayvanı gibi gösteren bütün filmlerin allah cezasını versin. hadi ben şanslı azınlıgım ama sizin yüzünüzden ne yuvalar dagıldı, ne aşklar bitti lan. sevgilisini hastalıktan kaportayı yamultmuş halde görene dek hayatının meleği, prensesi sanan adamın, o sarımsı beyaz surat, kurumuş dudaklar ve kafaya yapışmış saçlar ile karşılaşması nasıl bir psikoloji bilir misiniz? bunun bir benzeri sevgilisini ilk kez makyajsız gören adamın dramıdır ki buna iyi gelen bir şey bulan, bilim alanında ömür boyu başarı ödülünü kapıp evine götürecek eminim.
^^ iş hayatı ve ilk hafta izlenimleriyle ilgili yazılabilecek en kısa ve edepli cümle " o ne garip bir kafa yeaa"dır. ofisteki bütün pclerin izlendiğini kendi gözümle görmüş olarak bu bilogun da pek güvenli oldugunu sanmıyorum artık. hatta ordaki pcimden bağlandıgım hiçbir hesabım güvende degil. hiçbir şey güvende degil.güvende degiliz, bizi ele geçirmeye calışıyorlar sebastiyannnnn!!!! ahahaha 
^^aldığım bir avuç ilaçtan mı bilemiyorum ama eğer şimdi uslu bir sümüklüböcek olup uyursam uyandığımda başucumda muzlu süt bulabileceğime dair birşeyler fısıldandı kulağıma,deneyeyim bi.


Marlene the uzaktan kokoş öpücüğü atan asi.