29 Mart 2012 Perşembe

writer's block

                                          tıkıtıkıtıkı-gün boyu durmayan parmaklar
Blogger olmanın yazılı olmayan nice kurallarından biri de, arayı fazlaca açtığın ya da benim gibi bütün ilhamını(!) kaybedip blogger ana sayfasına kabız kabız bakıp "nasıl giriş yapsam, nereden başlasam?" diye ıkındığın zamanlarda aha da beeyle şu an yaptığım gibi çaktırmadan başlayıp tıkır tıkır devam etmektir.Bir kere başladın mı devamı bi şekil gelir ne de olsa.(o değil de süper atlattım giriş bölümünü ahah)

Şimdi malumunuz ben ortadan zart diye kaybolup bir süre de ses çıkartmayınca genelde sinsi sinsi bir takım şeylerle uğraşıyor oluyorum. Misal geçen sana tam da bu zamanlarda yine kimseciklere hiç ses etmeden, adeta bir dedektif görünmezliğinde İzmir-İstanbul arasında mekik dokuyor, oradan buradan soranlara "ayy nolsun şekerim hep aynı iştee" diyip durumu kurtarıyordum. Çünkü nalet bir Yengeç burcu olarak,önemli değişimleri önce kendi kabuğum içinde sindirmeye çalışmak huyumdur, kurusundur.Tıpkı yeni bir ortamda bir süre çaktırmadan etrafımı pür dikkat incelemem gibi.Bu yüzdendir ki İstanbul'a taşındığımı ilk buradan duyurduğumda kırılan insanlar olmuştu. ve tabii yeri gelmişken söylemeliyim ki yarın yani 30 Mart,official olarak İstanbullu oluşumun yıldönümü.Merak etmeyin burada geçen bir yılın değerlendirmesini yapıp sizi buhranlara sokacak değilim ama her türlü bu günün sazlı sözlü dansözlü bir kutlamayı hakettiğini düşünüyorum.(buradaki subliminal mesajı sadece sevgilim alsa olur bence) Bu süre içinde tabii ki İzmir'i, oradaki düzenimi çok özlediğim oldu ama itiraf etmeliyim ki öfke anları dışında ciddi ciddi "geri dönmeliyim" diye düşünmedim, düşünemedim. Çünkü bu ağzını kırdığımının şehri adeta bir virüs, bir mikrop. nasıl yayılıyorsa kana artık, içinde yaşayan onca ayıya, yaşanan türlü zorluklara, aile hasreti ve İzmir'in sakinliğini özleme gibi etkenlere rağmen bir şekilde sanki başından beri hep buradaymışsın gibi hissediyorsun. Tabii hayatın ne getireceğini bilemezsin belki bir gün (yine) tepem atar ve "başlarım İstanbul'una" diye çeker giderim başka bir yere (çünkü bir cinnet her şeyi çözer!) ama son 1 senedir hayatım türlü çeşit zorluğa rağmen İzmir'dekinden çok farklıydı ki bu da bana yeter. Bunca darlamadan sonra izninizle içime kaçan emekli bankacı Kamuran Hanım'ı kenara kaldırıyor ve devam ediyorum.

     
saçlarımdaki şeker pembelik için bir tıkla gidiniz--> Kozmoz by Hesionka

Tabii bu bir kamyon laf sonrası yine blog kanunları gereği ortadan kaybolduğum zamanı özetleyecek "evleniyorum!" veyahut "bebek bekliyiriiuum" gibisinden şenlikli bir haber vermem gerekiyordu ama malesef elimde sadece "yeniden işe başladım" var ahaha. eh evde geçirilen 8 koca ve mis gibi aydan sonra sizin için olmasa da benim için adeta "eve düşen yıldırım" cinsinden bişey bu. Üstelik koşarak kaçtığım eski sektörüme ve yine yardıra yardıra kaçtığım eski iş yerime dönüş yapmış oluşum bence bi parça hareket getirebilir bu duruma. Açıkçası işin çılgınatar temposundan ve ofis içi genel tutumdan dolayı ayrıldığım işime üzerime daha fazla yük alarak dönmüş olmam (teklif iyiydi hacı!) için çıldırmış olmayım ama bu sefer kendime bok atmak yerine "geri gittiği zamanlarda eskide kalmış, bitmemiş şeylere bir çözüm getiren" Merkür'ü sorumlu tutuyorum.

                                 açık ofiste "ne giydim" pozu ancak bu kadar oluyor tabii

Yani bundan böyle yeniden soluk benizli, sarı suratlı bir plaza çalışanı ve sistemin kölesi olduğuma göre, açık ofisin nimetlerinden de beslenip burayı vakit buldukça yeşertmeyi düşünüyorum ama 3 haftadır eve geldiğimde yaptığım şeylerin yemek-banyo-uyumak olduğunu düşünürsek çok da garanti vermiyorum. o yüzden yemeyelim birbirimizi hiç.

Bu postun şarkısını da özellikle kırıkkalpli genç kızlarımıza gönderiyorum. tripleştiğiniz sevgilinize gönderirsiniz, sözleri facebookta falan paylaşmak için de çok ideal. haydi bakalım.

xoxo,
Marl