30 Mayıs 2012 Çarşamba

..çünkü ya öyle olacaktı ya da böyle

Merkür retroyken yapılmaması gereken ne varsa yaptıysan yani alışkın olduğun her şeyi bırakıp yenilere koştuysan, ev taşımaya kalktıysan, bir süre önce başlamış bir şekilde bitmiş ama yeniden gündeme gelmiş şeylere son bir şans vermeye kalktıysan, sana önce şefkatle sarılmak sonra da okkalı bir tokadı yumuş yüzüne indirmek isterim dostum. kaldı ki yaşadıklarının yanında bunun pofuduk kedi kuyruğu dokunuşu gibi kalacağından eminim.

benim gibi her daim tatlısu hayalcisi insan için, 5 yaş zekasına düşerek gidip burnunu boka sokmak olağandır çünkü ben bişeylerin üzerinde uzun uzun düşünmeyi beceremem. hayır bak aslında her defasında bunu başarabilmeyi, büyük bir ciddiyetle önüme aldığım renkli kağıt ve kalemlerle durumların artı ve eksilerini yazmayı ve böylece her şeye tamamen hakim olduğum hissini yaşayarak kararlarımı vermek isterim. ama hiç böyle olmaz, olmadı yani. bütün bu ayarlanmış düzenin ortasında kendimi ya kağıtlara saçma salak başka dünyalar çizerken ya kalkıp ne kadar alakasız bok püsür iş varsa onlarla ilgilenirken yani hep de bi şekilde kaçmış! buldum. düşünsene bir şehirden kaçarcasına taşınma kararını bile bembeyaz bir yataktan o dev camlı odaya uyanıp, ağır kadife perdeleri açtığımda gördüğüm denize bakarak vermiştim. anlık yani. -o gece uyumasaydım, cam da bok gibi yere baksaydı ne olacaktı peki? muhtemelen bir süre sonra çok alakasız bir yerde yine bir çırpıda alacaktım bu kararı, çünkü bu tam olarak benim-

sonra durduk yere, biraz da bir yerlerde bana göre fazlaca takılınca gelen "elleri ayakları bağlanmışlık hissi"nden ötürü Mart gibi salakça da bir ayda "taşınalım!" diye tutturdum. aklıma bir fikir gelince ishal olmuşum gibi duramam yerimde illa hemen olsun isterim, oldurmak isterim, kendimi hazır hissetmesem bile olmak zorundadır. "biraz düşünüp semte karar verelim o halde" dedi sevgilim-çünkü o beni hiç kırmaz-karar verme lafını duyunca beynimin felç geçirdiğini söylemem gerek yok sanırım. her gün önüme bir sürü ilan koyuyor adam ben bomboş gözlerle bakıyorum. "gidelim!" derken iyiydi ama değil mi? sonra iş ciddiyete bindi, iş sonrası ev bakmalar başladı. her girdiğim evde emlakçıyı kesmek ve tuvalete atmak istiyorum çünkü bana karar vermemi bekleyen gözlerle bakıp sorular soruyor. 2-3-5 derken parkeleri, Amerikan kapılarıyla falan bana otelllerin rahatlığını ve umursamazlığını hatırlatan evin salonunda döndüm ve "tamam" dedim. "buraya taşınıyoruz!"

                                           çünkü pencere önündeki koltuk her daim benimdir
taşınma süreci öyle sancılı oldu ki 5 sokak ötesine taşınmamıza rağmen sanki orada doğmuşum gibi tutkuyla bağlanabildiğim semten ayrılamayışım, mahalledeki kedilerle vedalaşmalar, taşıma şirketi tarafından dolandırılmak ve yeni semtin tüm iyiliğine rağmen bir türlü alışamamak, onca yorgunluk arasında über tempolu iş günleri derken bedenimin dayandığı yerde beyin tükkanı kapattı,kapıya "vertigodan dolayı kapalıyız paşam" yazdı gitti. sonrası zaten bilindik hikaye. ilaçlar, üstüste kafa raporu, fulltime sandal sefasında gibi sallanan bir zihin ve bir türlü kabul edilmeyen zamansız bir istifa.


yani bu sefer Merkür kıçının üzerinde giderken benim sallantıda olan dengemi de aldı götürdü. dahası, parmakla sayılı günler içinde verilmesi gereken ciddi kararlar beni çember içine almış itiş kakış eğleniyorlar. dizlerimi kendime çekmiş yerde öylece otururken "hata yapmaktan korkma. boşver,yap gitsin..." diyen sevgilimin sözleri yankılanıyor kulaklarımda. ayağa kalkıp elbisemi düzeltiyorum ve bu sefer renkli kağıt kalem düzeneği yerine sonunda yine istediğim gibi kaçabileceğim başka bir "karar verme yolu" seçiyorum. çünkü zaten ya öyle olacaktı ya da böyle, değil mi?

Marl